TUZLADA ZAMAN

Bugün 16 Nisan, zaman geçiyor.

Bir yıl önce bugün genel seçimleri bekliyorduk, geçti, üç hafta önce belediye seçimlerini bekliyorduk, oda geldi geçti.

Mevlana hazretlerinin sözlerini bize adapte edersek şu çıkıyor:

Dün dündür, bugün yeni şeyler beklemek lazım.

Şimdi de bir şeyler bekliyoruz, daha iyi günler, barış, huzur gibi şeyler, gök kuşağının altından geçmeyi düşlemek gibi şeyler.

Çocukluğumda cumartesi günü okul tatil olunca oturduğumuz Semtte Koca Ragıp Paşa kütüphanesinin çocuk bölümüne gider ve nefes almadan kitap okurdum.

Orada okuduğum bir kitapta karşısına çıkan her güçlük karşısında yaşamını bir film şeridi gibi ileri doğru sarmak isteyen bir çocuk anlatılıyordu. Gün geliyor bir peri çıkıp çocuğun dileğini her zaman yerine getirebileceğini söylüyordu. Bu kolaylık hoşuna gidince çocuk her zorluk karşısında yaşamının daha ileri bir bölümüne doğru ilerleyip yaşlanıyordu. Bu şekilde 2 sene içersinde çocuk yaşlı bir insan olduğunu fark edip pişman oluyordu çünkü yaş aldığı halde yaşama fırsatını kullanamadığını fark ediyordu.

Ne zaman yaşamımın bir bölümünde zorluklarla karşılaşsam aklıma bu öykü gelir, ne yaşamam gerekiyorsa yaşamam gerekiyor derim ve o yaşanılan şeyden kendime bir ders çıkartmaya çalışırım.

Tuzla’da zaman özellikle güneş batışlarında durmuş gibi olsa da her akşam güneş ve doğa önümüze farklı bir tablo sunuyor. Hiç bir şey bir öncekinin aynısı değil, hava, kuşlar, deniz, içinde bulunduğum ruh hali, hepsi farklı.

Türkiye’de, Dünya’da henüz tam olarak boyutlarını kavrayamadığımız bir değişim içerisinde.
Yapay zeka, savunma sanayi kılıfı altında ağır silahlanma, tarihin en gelişmiş iletişim teknolojisinin insanlar arasında diyaloglar yerine düşmanlık yaratmak için kullanılması, sürekli kutuplaşan ve savaşan bir dünyanın parçasıyız.

Üstelik geldiğim noktada acaba öyküdeki küçük çocuk ben miydim diye de düşünüyorum.

Tuzla’da akşam güneş batınca kuşların dansı başlar.

Güneş ve deniz iki farklı ruhun birleşmesi gibi karanlığın içerisinde kaybolurlar.

Düşünür de düşünürüm.

Belki de kitaptaki o çocuk hepimizin içindeki o hiç büyümeyen çocuktur.

Kategoriler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir